GüncelMakaleler

YORUM | Başkan Gonzalo’yu Anlamak İçin J.C.Mariatégui’yi Tanımak!

"Mariatégui'nin Peru sınıf mücadelesi, yerli halk sorunu, Latin Amerika ulusal burjuvazilerinin doğası ve emperyalizm üzerine analizleri, dönemin komünistlerinin uluslararası durumuna niteliksel bir katkı olarak değerlendirilebilir."

Bazen bize işaret veren veya iz bırakan olaylar veya olgular vardır. Bazen de bütün bir topluma tesir eden ya da iz bırakan insanlar vardır. Bu, Başkan Gonzalo ile birlikte muhtemelen Peru egemen sınıflarını en çok korkutan bir devrimci olan J.C.Mariatégui’nin durumudur. Mariatégui’nin Peru toplumuna ilişkin bilimsel analizi, Marksizm-Leninizm’in bilimsel kılavuzuna mümkün olduğunca sadık kalarak, geleceğin devrimcileri ve komünistleri için temeller atacak ve tıpkı gerici Peru devletinin tecrit işkencesi nedeniyle hayatını kaybeden Gonzalo yoldaşta olduğu gibi onlar için de bir ilham kaynağı olacaktır.

Mariatégui hakkında yazmak bir anlamda Gonzalo yoldaşın ve Peru Komünist Partisi’ndeki yoldaşlarının, komünist liderin 1992’de tutuklanmasının ardından patlak veren tüm tasfiyeci saldırılara rağmen sona ermeyen mücadelesine saygı göstermektir. Ki bu dönem zaten MLM’e yönelik post-modernist saldırıların damgasını vurduğu bir dönemdir. İşte bu bağlamda komünistler, MLM biliminin rehberliğinde mücadeleyi sürdürmüş ve 21. yüzyılın dayattığı yeni çelişkileri çözmeye çalışmışlardır.

Mariatégui’yi okumak ve anlamak için onu kendi bağlamında ele almak önemlidir. Latin Amerika 19. yüzyılın başında (bölgeye bağlı olarak 1810 ile 1830 yılları arasında) özellikle Simon Bolivar’ın liderliğindeki mücadele sonunda İspanyol sömürgecilerden kurtuldu. Bunun da ötesinde diğer bölgelerde de birçok başka devrimci rol oynadı. Bağımsızlığın devrimci liderleri genellikle Amerika’da doğan İspanyolların torunlarıdır. Bazen de sömürgeciler yerel halkla ilişkiler geliştirdiği için “yerli kanı” taşırlar. Kendilerine “criollos”, yani toprak sahibi denen, ancak servetleri de İspanyol krallığı tarafından gasp edilen bu criolloslar, dayanılmaz bir kölelik durumuna düşürülen yerel halkı da yanlarına alarak bir bağımsızlık hareketi başlatırlar. Kapitalistleri tam anlamıyla gelişmekte olan (ve tam bir rekabet içinde olan) İngiliz ve Fransız burjuvazileri, bağımsızlık hareketlerini desteklemekte acele ettiler ve özellikle altın ve maden işletme şirketleri aracılığıyla Güney Amerika ülkelerinin büyük bir bölümüne sermayelerini dayatarak pastadan paylarını almayı başardılar. İspanyol sömürgeciliği köleci uygulamaları yeniden üreten feodal bir toplumu dayatırken, bağımsızlıktan sonra Latin Amerika’nın her yerinde yarı sömürgeleştirilmiş ve yarı feodal ülkeler buluyoruz.

J.C.Mariatégui’nin Tezlerinin Şekillenişi

1917 Ekim Devrimi insanlık tarihinde ve dolayısıyla devrimin Perulu anarşistlere ve küçük burjuvalara karşı nadir savunucularından biri olan Mariatégui’nin yaşamında tarihi bir dönüm noktası oldu. Mariatégui 1920’den 1923’e kadar İtalya’da kaldı ve Avrupa I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası bir durumdayken işçi ve sosyalist hareketlere yaklaştı. İtalya, Almanya, Fransa ve genel olarak Avrupa’daki sosyalist hareketlerle tanıştıktan sonra Mariatégui, Peru’ya dönüşünde Marksist yönteme sadık kalarak Peru toplumunun analizine girişti ve bir sınıf partisinin gerekliliğini ilan etti.

Henüz 20. yüzyılın başında ve Çin devrimci bir iç savaşın ortasındayken Mariatégui, Rus devrim modelini iki aşamada (önce burjuva demokratik sonra sosyalist) tüm dünya ülkelerine uygulamaya çalışan III. Enternasyonal’in politikalarını eleştiriyordu. Komintern’e yönelik bu eleştirilerinde doğrudan Çin örneğine işaret etmektedir: Komintern Kuomintang’ı desteklemeyi seçerken, Kuomintang ulusal davaya ihanet etmeyi ve Çin’i emperyalistlere satmayı tercih etmiştir. Komintern aynı politikayı Peru’da da uygulamak istemiş ve (anti-emperyalist olduğunu iddia eden) milliyetçi bir hareket olan APRA’yı desteklemeyi seçmiştir. Bu aşamada Mariatégui, burjuva devriminin demokratik görevlerini yalnızca proleter bir partinin yerine getirebileceğini anlamış ve küçük burjuvazinin Profirio Diaz diktatörlüğünü devirdikten sonra emperyalizmle de iyi geçindiği 1910 Meksika devrimini (o zamanlar bağımsızlık sonrası devrimi başaran tek ülke) örnek vermiştir.

Mariatégui’nin fikirleri 1927’de Çin’deki devrimcilerin yenilgisiyle doğrulanmış, APRA’ya ve Üçüncü Enternasyonal’in politikalarına karşı çıkmış ve bu eleştiri üzerine Peru Sosyalist Partisi’ni kurarak ulusal çelişkilerin ancak sınıf çelişkilerinin ele alınmasıyla çözülebileceğini savunmuştur. Bu analizi, anti-emperyalist bir milliyetçiliği savunan tezin Peru’da ve daha geniş anlamda Güney Amerika’da imkansız olduğunu, çünkü İspanyol sömürgeciliği nedeniyle Perulu egemen sınıflar ile Perulu emekçi kitlelerin aynı ırksal, dilsel veya kültürel kimliğe sahip olmadığını açıklayarak detaylandırmıştır.

Ortaya çıkan burjuvazi ve Perulu toprak sahipleri, dilleri ve kültürleri kendilerine benzeyen İspanyolların torunları iken köylü kitleleri ve ortaya çıkan proletarya yerlidir. Mariatégui, 1929 yılında Buenos Aires’te düzenlenen Birinci Latin Amerika Komünist Konferansı’nda sunduğu bir yazısında Çin ve Peru’daki ulusal sorunun durumunu karşılaştırır:

“Çin’in anti-emperyalist mücadelesinde burjuvaziyle ve hatta birçok feodal unsurla yapılan işbirliği, burada var olmayan ırksal aidiyetin farklılığı gibi nedenlerle, ulusal uygarlıkla açıklanmaktadır. Çinli asilzade ya da burjuva kendini derinden Çinli hisseder. Beyaz adamın tabakalaşmış ve köhneleşmiş kültürünü hor görmesi, binlerce yıllık geleneğini hor görmesi ve bununla gurur duymasıyla eşleşiyor. Dolayısıyla Çin’deki anti-emperyalizm milliyetçi duygulara ve faktörlere dayandırılabilir. Yerli-Amerika’da koşullar aynı değildir. Kreol aristokrasisi ve burjuvazisi, ortak bir tarih ve kültür bağı üzerinden halkla dayanışma hissetmemektedir. Peru’da beyaz aristokrat ve beyaz burjuvazi popüler (halktan olanı) olanı, ulusal olanı hor görüyor. Her şeyden önce beyaz hissediyorlar.”

Mariatégui, Perulu anti-emperyalist örgütlerin dogmatizmine karşı verdiği bu mücadelede, yerlilerin yaşadığı ulusal çelişkiler, toprak sorunu ve feodalizm arasındaki bağlantıları ortaya koyar ve yerli halkın sorununun sadece ulusal bir sorun değil, aynı zamanda sosyal-ekonomik bir sorun olduğunu teyit eder. Küçük burjuvazi ve ulusal burjuvazinin neredeyse tamamen yerli halk kitleleriyle hiçbir ortak çıkarı (ne ulusal ne de ekonomik) olmadığından, bu sorun ancak feodalizmin tasfiyesiyle, ancak proleter bir öncü altında çözülebilir.

III. Enternasyonal liderliği, Mariatégui ile Peru’da anti-emperyalizm üzerine zengin ideolojik tartışmalar yürütürken, onu Anti-Emperyalist Birlik (III Enternasyonal’in bir örgütü) Genel Konseyi üyeliğine atadı. J.C.Mariatégui ve grubu 1929 yılında Buenos Aires’te düzenlenen Birinci Latin Amerika Komünist Konferansı’na davet edildi. Peru Sosyalist Partisi (J.C.Mariatégui tarafından kurulan bir sınıf partisi) Üçüncü Enternasyonal’e katılma sürecindeyken, bu olay vesilesiyle yazdığı anti-emperyalist bakış açısı ve Latin Amerika’da ırklar sorunu adlı metinleri Komintern liderliği arasında tartışma konusu oldu.

Ne yazık ki uluslararası proletarya ve özellikle de Perulu kitleler için Mariatégui, fikirleri olgunlaşırken ve Peru işçi hareketi yeni yeni yükselmeye başlarken 1930 yılında sağlık sorunları nedeniyle öldü.

Sonuç Olarak

Mariatégui’nin Peru sınıf mücadelesi, yerli halk sorunu, Latin Amerika ulusal burjuvazilerinin doğası ve emperyalizm üzerine analizleri, dönemin komünistlerinin uluslararası durumuna niteliksel bir katkı olarak değerlendirilebilir. Mariatégui’nin önemli bir eseri olan “Peru Toplumunun Yorumlanması Üzerine 7 Deneme” okunduğunda, Mariatégui’nin mirasçıları olan Başkan Gonzalo ve PKP’nin Peru toplumunun bilimsel bir analizini yapmak için nasıl sağlam bir temele sahip oldukları, ABD emperyalizmi tarafından nasıl tahakküm altına alındığı ve Başkan Gonzalo’nun 1992’de tutuklanmasına kadar yaptıkları gibi, proletaryanın askeri stratejisi olan halk savaşını nasıl başarılı bir şekilde geliştirdikleri anlaşılmaktadır.

Bu yıl, Türk ve Kürt ulusal burjuvazisinin rolünü analiz ederek Türkiye’deki ulusal soruna da büyük katkıda bulunan ve Türkiye’deki devrimcilerin şovenist tutumlarını teşhir ederek Kemalizm’in karşı devrimci ve faşist kimliğini nasıl teşhir edeceğini dikkatli bir analizle ilan eden komünist lider İbrahim Kaypakkaya’nın ölümünün 50. yılı. Bir komünist olarak Mariatégui’yi okumak bize proletaryanın ve halk kitlelerinin kurtuluş mücadelesinin uluslararası karakterini hatırlatıyor. Emperyalist güçlerin yarı-sömürgeleştirilmiş ülkelerin zenginliklerini sömürdüğü bir dönemde, emperyalizmin tahakkümü altında bulunan yarı-sömürgeleştirilmiş ülkelerdeki sınıfsal ve ulusal çelişkilerin analizi özel bir öneme sahiptir, çünkü ancak dogmatizmden uzak bir analizle doğruyu bulmak mümkündür. Emperyalizmin ve faşist işbirlikçilerinin yenilgiye uğratılabileceğini ve böylece Mariatégui’den Kaypakkaya’ya, Gonzalo’ya kadar komünistlerin ve anmaktan vazgeçmeyeceğimiz binlerce yoldaşımızın onurlandırılabileceği kanıtlanmıştır.

Ampirizme ve dogmatizme karşı, J.C.Mariatégui’yi tanıyalım! Gonzalo gibi ve önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın bize gösterdiği yolda, Marksizm-Leninizm-Maoizm ve Halk Savaşı bayrağını daha da yükseltelim!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu